Blog

15.10.2018 5  Ana İlk Orta Lise

Ergenlik Döneminde İletişim

Ergenlik, 12-21 yaş aralığında her bireyin yaşadığı pek çok biyolojik, psikolojik, sosyal değişim ve gelişimi bir arada yaşadığı dönemdir. Çocukluk ile erişkinlik arasında yepyeni uyumların gerçekleştiği bir geçiş dönemi olması nedeniyle değişimin ve gelişmelerin bireyin davranışına ve günlük hayatında yansımalarına rastlarız. Bu yansımalar ergenin elinde olmadan davranış örüntüleri oluşturmasına neden olur. Bu dönemde ebeveynlerin uyum sürecinde olan bir bireyle beraber olduğunu unutmaması gerekir.

Ergenik Duygularının Genel Özellikleri

Duyguların Yoğunluğunda Artış: Ergenlikten başlayarak ergenin duygularının yoğunluğunda artma olur. Artan duygululuk ve coşku hali ergende duygularını dışa vurma ve ifade etme ihtiyacını doğurur. Olumsuz duygular el, kol hareketleri, yüz ifadesi ve bağırma gibi sözlü ve sözsüz davranışlarla dışa vurulur.

Duygularda İstikrarsızlık: Ergenin duygusal tepkileri düzenlilik göstermez. Hem duygusal durumlarının değişim hızı çabuktur, hem de duygularında istikrarsızlık vardır. Ergenin aynı olaya bir gün ara ile gösterdiği tepki değişik olabilir. Çocukluktaki gibi olmasa da duygusal durum çabuk değişir. Ergenlerin duygularındaki değişmelerin hızında ve düzensizliğinde bireysel farkların etkisi unutulmamalıdır.

Mahcubiyet ve Çekingenlik: Ergenlik öncesinden başlayan ve ergenlikte de devam eden, hızlı bir şekilde gelişen dış görünüşünden utanma ve mahcup olma ergenlerde oldukça yaygın bir duygu durumudur. Adeta vücutlarını saklamak isterler. Anne-babası tarafından baskıcı bir şekilde yetiştirilmiş çocuklarda çekingenlik ve mahcubiyet kalıcı bir özellik olarak ergenlikte de devam eder.

Aşırı Hayal Kurma: Biyolojik gelişme, duygululuktaki artış ve zihinsel gelişme, ergenlerin akıllarından geçirdiklerinin yoğunluğunu ve niteliğini de değiştirir. Ergen hayal kurma yolu ile arzularını düşüncelerine yansıtır. Hayal konusu geleceğe yönelik tasarılar olabileceği gibi, gerçekleşmesini istediği herhangi bir isteği de olabilir.

Tedirgin ve Huzursuz Olma: Bu duygu ergenin karşı karşıya kaldığı stres uyaranlarının etkisine göre ve uyaranları algılayış biçimine göre değişmektedir. Biyolojik değişme ve bedence gelişmenin getirdiği yeni duruma alışma çabaları buna neden olabileceği gibi, akranları ve yetişkinlerle olan sosyal ilişkilerde aksamalar veya bir isteğinin engellenmesi de huzursuzluk doğurabilir.

Yalnız Kalma İsteği: Ergenlikteki bir kız veya erkek zaman - zaman başkalarından uzaklaşmak, kendisi ile baş başa kalmak istiyor gibidir. Anne-babanın ve arkadaşların beraber olma isteğini reddedip içe dönebilir. Adeta biyolojik değişiminin bir muhasebesini yapmak onları gözden geçirmek ve yeni duygularına alışmak istemektedir.

Çalışmaya Karşı İsteksizlik: Hızlı büyümenin olduğu dönemde ergenin bir miktar durgun olduğu zamanlar vardır. Çalışır veya oyun oynarken yorulur ve çalışmaya karşı daha az isteklidir. Vücut enerjisi adeta büyümeye harcanıyor gibidir.

Çabuk Heyecanlanma: Ergen yeni bir durumla karşılaştığında, bu kendisi için alışık olmadığı bir durumsa heyecanlanıp korkabilir. Heyecan dengesi tam oluşmadığı için duyguların kontrolü zordur. Çoğu ergen heyecan verici durumlar karşısında kolayca kızarabilir. Kızarma, korku yaratan istenmedik bir durumdur. Heyecanların kontrolü öğrenme ile kazanılır.

İletişim kurma becerileri, sağlıklı ortamın oluşması adına davranış şekilleri hassas davranılması gereken bir konudur.Peki bu dönemdeki bireye nasıl davranılmalıdır?

  • Sık sık söz hakkı verin
  • Nasıl hissediyorsun?,Ne düşünüyorsun? şeklinde değer verdiğinizi hissettiren cümleler kurarak onu anladığınızı belli edin.
  • Olumlu davranışını kesinlikle takdir edin.
  • Konuşurken yüzüne bakın ve ciddiye aldığınızı hissettirin.Aşırı eleştirici veya yargılayıcı olmaktan kaçının.
  • Yaşına uygun görevler verin ve daha sonra başarısını takdir edin.
  • Onun ile farklı konularda sohbet ortamı oluşturun.
  • Korkularına ve endişelerine saygı gösterin.
  • Sık sık seni seviyorum cümlesini kullanın.
  • Hatalı davranışlarını konuşarak uyarın ve ona,doğru olanı büyük bir sabırla anlatın.
  • Başkalarının yanında asla küçük düşürmeyin.Başarısızlıklarını büyütmeyin!
  • Onu asla başkalarının çocuklarıyla bir yarış veya kıyas içerisine sokmayın.(O da sizi başkalarının anne-babasıyla karşılaştırabilir.)
  • Yeteneklerini fark edin ve geliştirmesi konusunda teşvik edici olun.
  • Topluluk içerisinde konuşması için teşvik edin.
  • Onun için önemli olan şeylere siz de önem gösterin.
  • Sadece ona ayrılan özel zamanlarınız olsun.
  • Beklentileriniz aşırıya kaçmasın.Yanlış ve uygunsuz cezalandırmalardan da kaçının.
  • Ona yaşından veya olduğundan küçükmüş ya da büyükmüş gibi davranmayın.
  • Onunla birlikte sosyal,sanatsal ve kültürel aktivitelere katılın. Mümkün olduğunca ortak zaman ve mekanları kullanarak birlikte vakit geçirmeye çalışın.

Elbette her anne baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister.Çocuğa iyi niyetle yaklaşmaya çalışır.Fakat bu iyi niyeti sunan ebeveynler bazen yanlış yöntemler kullanabilirler. Çocuğun potansiyelini geliştirmek anne babanın sürekli aklındadır.Aile her şeyi onun potansiyelinin kendine özgü bir biçimde gelişmesini düşünerek değerlendirir.Böyle bir ortamda çocuk kendini özel hissederek büyür;sürüden biri olmadığını kendine özgü bir kişi olduğunu bilir.

Kendine güveni vardır.Ben varım! Doğalım! Değerliyim! Elimden iş gelir ve sevilmeye,özlenmeye layığım duygusunu geliştirir.Güçlü ve mutludur.Diğer yandan insanın bir potansiyel olduğunu farkında olmayan aile ortamında çocuğa bir potansiyel olarak bakılmaz.Anne babanın bilinci potansiyel farkındalığıyla donanmadığından bakılmaz. Çocuk daha doğmadan önce onun hangi mesleğe sahip olması gerektiğine karar verilir."Oğlumu makine mühendisi yapacağım.","Kızım Türkiye Güzellik kraliçesi olacak." gibi.Çocuğun kendine özgü bir özü bir potansiyeli olduğunu bilmediklerinden onu kendi istedikleri kalıba sokmaya çalışırlar. Ne yazık ki bunu yaptıklarının bile farkında olamazlar.Keşfetmeye çalışan,inceleyen,onun kim olduğunu merak eden bir gözle çocuğa bakmazlar;onun gelişmesine uygun ortam oluşturma sorumluluğunu hissedemezler. Böyle bir ortamda çocuk kendini özel hissetmez. Kendine özgü bir kişiliği olmadığını düşünerek kendine güvenmez. "Ben yokum, bende bir bozukluk var, değersizim, elimden iş gelmez ve sevilmeye,özlenmeye layık değilim."duygusunu geliştirir.

İletişimde 5 Temel Alan

Etkili iletişim,beraberinde özgürlük ve ifade zenginliğini de getirmektedir.Bu anlamda aile bireyleri arasında,özellikle iletişimde korunması gereken 5 temel özgürlük vardır.Bunlar:

  1. Şimdi ve burada olanı duyma ve görme özgürlüğü
  2. Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
  3. Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
  4. Kendi arzularına göre bir şeyi isteme ya da reddetme özgürlüğü
  5. Olmak istediği yönde gelişerek,kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü

Denilebilir ki;bu temeller üzerine yapılandırılan iletişim,etkili iletişimdir.Bu anlamda iletişim temelle hareket eden ebeveynler,aile üyeleri arasındaki ipuçlarını anında görürler ve tüm verileri (jestleri,mimikleri,beden duruşunu) gerçeklik ilkesine göre değerlendirirler.

15.09.2018 4  Ana İlk Orta Lise

Çocuk Gelişiminde Dikkat Etmemiz Gerekenler

Çocuklarımız bize bağlı ama bizden bağımsız birer bireydirler. Emanetimiz olan çocuklarımızı yetiştirirken asla sevgisiz, güven duygusundan yoksun, kuralsız ve eğitimsiz bırakmamalıyız. Çocuğumuza hep çocuk gibi davranırsanız o da hep çocuk gibi kalır ve gelişmesine katkı sağlayamayız.

Ailenizi ve çocuğumuzu ilgilendiren tüm konularda kararı onunla birlikte almalıyız. Aile içerisinde yapılan “toplantılar” ile önce evin genel yaşam alanları kurallarını sonra her bireyin evdeki sorumluluklarına uygun davranışları gerçekleştirmesi adına konulan kuralları hep birlikte belirlemeliyiz. Çocuklarımızın yaşına ve gelişimine göre uygun görev ve sorumluluklarının olduklarını unutmamalıyız ve bunları takibi konusunda okulu ile işbirliği halinde çalışmalıyız.

Çocuklar bizim söylediklerimizden çok yaptıklarımıza odaklanır. Biz ebeveynlerde kendi üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirememiş bile olsak çocuğumuz onu yapmak için çaba göstermiş olduğunu görmüş olması gerekli. Çünkü çocuklar öğütten daha çok, iyi örneğe ihtiyaç duyarlar.

Şu unutulmamalıdır çocuğunuza ne kadar çok kural koyarsanız o kadar çok çatışır kızar ve disiplin sorunu yaşarsınız. Çocuğumuzun basit isteklerine “hayır” dememeliyiz. Örneğin kırtasiyede kalemin yanında birde silgi almak isteyen çocuğumuza önce hemen “hayır” ardından çocuğumuzun yüzünü düştüğünü gördüğümüzde aslında alınabilecek bir şey olduğuna karar verip yeniden “evet” gibi bir yaklaşım sergilememeliyiz. Eğitim de kuralsız ya da belirsiz kurallar ile hiçbir zaman ilerleme sağlayamayız.

Çocuklarımıza "ne" düşünecekleri değil, "nasıl" düşüneceklerini öğretilmeliyiz. Çocuklarımızı "kişilik sahibi" yapabilmek için düşündüklerini, isteklerini ve inandıklarını keşfetmelerine izin vermeliyiz. Bizim için saçma ve basit olsa bile her fikrine saygı duymalıyız. Sık sık eleştirmekte kaçınmalıyız çünkü içe kapanık ve güvensiz olurlar. Çocuğumuza hep kendi istediklerinizi söylerseniz ergenlik çağından itibaren istemediklerinizi işitirsiniz. Çocuğumuza istemediğiniz hareketleri yasaklamadan önce yasaklama nedenini mutlaka açıklamalıyız ve kendisinin de son olarak bu hareketlerin neden yasak olduğunu söyletmeli ve inandırmalıyız.

Çocuğumuza vereceğiniz en değerli hediye, "ilgi ve zamanımızdır". Hangi yaşta olursa olsun, çocuğumuzla oynama ve onun heyecanına katılma fırsatını kaçırmamalıyız. Unutulmamalıdır ki hiçbir şey çocuğumuzun o dönemini o anını birlikte paylaşmaktan daha değerli değerli değildir. Birlikte planlanan okuma saatleri, oyun saatleri, etkinlik saatleri ve yalnız kalma zamanı diye adlandıracağımız periyotları ev içerisinde kendimiz belirleyebiliriz.

Çocuklarımız sizde görülen birçok fiziksel özelliğini aldığı gibi, gözle görülmeyen davranışsal ve düşünsel özelliklerini de alır. “Babanın genleri genel olarak daha baskın, anneden geçen genler daha çekinik olur” diye bir şey yoktur. Bazı genler baskın geçer, bazı genler çekinik geçer. Kişinin popülaritesinin sırrı bile genlerinde gizlidir. Harvard lı bilim insanları uzun yıllar süren titiz araştırmalar sonucunda bu sonuca vardılar. Bu genleri miras alan insanlar, akranları arasında popüler olan ve insanlar sıklıkla arkadaş olmak isteyen kişilerdir. O yüzden çocuklarımızı eleştirirken değiştirmeye çalışırken kendimizden bir parça olduklarını sık sık hatırlamakta fayda var.

Çocuklarımızın büyüme hormonu uykuda iken salgılanır. Bu nedenle geç yatan çocuklar her zaman erken yatan çocuklara göre daha sağlıksız olur ve daha sık hasta olur. On dört yaşına kadar çocuklar, kışın en geç 21.00, yazın 22.00 da yatmalıdır. Çocuklarımızın gelişiminden biz sorumluyuz bu kadar hassas konuları kendi isteklerine bırakmak çocuklarımıza karşı yapmış olduğumuz çok büyük haksızlıktır.

Çocuklarımızla her gün duygu, düşünce ve ihtiyaçları hakkında karşılıklı sohbet etmeliyiz ama asla sorguya tutarcasına değil. Bazen onların bizimle sohbet etmek istememelerini de anlayışla karşılamalıyız. Tüm duygularımızla dinlemeli ve değer verdiğimizi "beden dilimizle" her an hissettirelim ki özgüven zedelenmesi yaşamasınlar. Çocuğumuzun her yaşta anlattığını, sıkıntıdan patlasak bile dinlemeliyiz. Biz çocuğumuzun anlattıklarını dinlemiyorsak bir süre sonra onunda bizi dinlemediğini göreceğiz.

Çocuğumuza ne söylediğimizden her zaman çok daha nasıl söylediğimizdir. Yanlışlarını değil doğrularını yakalamalıyız, önce olumlu özelliklerinden bahsedip ardından yapmaması gereken davranışı vurgulamalıyız. Kızgın olduğumuz bir sırada hayat dersi vermeye kalkarsak hem kendimizden uzaklaştırmış oluruz hem de söylediklerimizin hiçbir işe yaramadığını zamanla görüp boşa konuşuyorum hissini yaşarız. Korkuya dayalı disiplin yerine sorumluluğa dayalı disiplin vermeliyiz. Çocuklarda ceza gelişmeye engeldir, mahrum bırakma çok daha etkili ve yapıcı bir tutumdur. Bütün yapılan olumsuz veya olumlu davranışları çocuğumuzun içselleştirmesi gerekli motivasyonu hissettirmeliyiz.

07.02.2018 39  Ana İlk Orta Lise

Bir Kelime Bile Çocuğunuzun Kişiliğini Etkiliyor

Özgüven ile ilgili bir çok soru sorulabilir aslında.. Mesela; Özgüven doğuştan var mıdır, sonra dan mı kazanılır?

Bu sorunun cevabından önce aslına özgüvenin ne olduğunu açıklamak gerekir.

ÖZGÜVEN (KENDİNE GÜVEN) NE DEMEKTİR?

Özgüvenli insanlar, kendileri ile barışık insanlardır. Burada ki püf nokta iç ve dış özgüven arasında ki dengeyi sağlayabilmektir. Peki ya iç güven, dış güven ile adlandırılan kavramlar nedir?

Dış özgüven, kendimizi dışarıya kendimizden emin bir şekilde yansıttığımız davranışladır. İç özgüven ise, kendimizi nasıl hissettiğimiz ve bu konuya dair olan inançlarımızı kapsayan özgüvendir.

Kaç yaşına gelirsek gelelim başkalarının bizleri nasıl gördüğü önem taşımaktadır. Kişiliğimizin yaklaşık %30’u genlerimizden gelen özellikleri olup, %70’i gözlem ve öğrenme yöntemleri ile şekillenmektedir.

Çocuklarımız belli bir yaştan itibaren bizleri gözlemleyip, ilerleyen zamanlarda bu gözlemleri davranışa dökmektedirler. Kullandığımız kelime, sergilediğimiz tavır kişiliğin şekillenmesi ve oturmasında etkilidir. Özgüven konusuna gelirsek eğer ki bizler özgüveni desteklenmiş, kuvvetli bireyler yetiştirmek istiyorsak kendi sergilemiş olduğumuz davranışları gözden geçirmeliyiz. Sizler fark etmeden ebeveynlerini çok güzel gözlemleyen çocuklar, yeri ve zamanı geldiğinde sizlerin önüne davranışlarınızı altın tepsi ile sunabiliyorlar.

Çocukluğumuzda ne yaşamış olursak olalım, yaşadığımız bu durumları çocuğumuza yansıtmamız gerekmektedir. Eksik ya da fazla duygularımızı gözden geçirerek çocuklarımız üzerinde ki davranışlarımızı buna göre şekillendirmeliyiz. Dönem çocukları araştırmayı, keşfetmeyi, hayal kurmayı seven ve bunlar için uygun ortama ihtiyacı olan bireylerdir. Bu ortamı biz aile olarak baskılamadan uygun bir şekilde çocuğumuzla birlikte hazırlamalıyız.

Bir diğer önemli nokta, motive edici davranışlarda, tepkilerde bulunmaktır. Fakat çocuğunuz olumlu bir davranışta bulunsa dahi tepkilerimizi belli bir süzgeçten geçirmemiz gerekmektedir. Legodan yapmış olduğu herhangi bir nesneyi, dünyanın en güzel oyuncağıymış gibi çocuğa yansıtıyor olmak ilerleyen dönemlerde farklı bir nesne tasarladığında tepkilerimiz onun gözünde değersizleşecektir.

Özgüvenli bireyler yetiştirmek, çocuğunuzun karakterini ve kişiliğini tanıyarak, yerinde ve doğru desteklemelerle mümkün olacaktır.

01.02.2018 38  Ana İlk Orta

Çocuklarda Uyku Alışkanlığı

Uyku alışkanlığı ile ilgili sizler genellikle sorular soruyorsunuz ya da laf arasında küçük küçük dönütler veriyorsunuz. Mesela daha önce hiç bahsetmemiş olmamıza rağmen “artık çok şükür kendi yatağında yatıyor.” Bu sebeplerden dolayı uyku alışkanlığını ele almak istedim.

Aslında her konuda olduğu gibi ve her zaman söylediğim gibi öncelikle her çocuğun kendine özgü kişiliği ve ihtiyaçları olduğu unutulmamalıdır. Öncelikle karşılaştığım sorulardan birincisi öğlen uykusunun ne zaman kesilmesi gerektiği ile ilgili. Çocukların dört yaşına kadar öğlen uykusuna ihtiyaçları vardır. Fakat çocuk gözlemlenerek ihtiyacına ve yaşına göre düzenlenmelidir.  Yaklaşık 3 yaşına kadar her çocuğun 1 saatlik öğlen uykusuna ihtiyacı vardır. Gece uykusunun deliksiz olması her zaman öğlen uykusuna göre daha fazla önem taşımaktadır. Hepimizin de bildiği gibi aslında saat 10’da büyüme hormonu salgılandığı için okul öncesi çocuklarının bu saate uykuya dalmış olması gerekmektedir.

Gelen bir diğer soru hatta en önemlisi “Çocuğum yalnız yatmaya nasıl alışacak?” Aslında bu durum bir anda değişmez, yani bebek doğduğu andan itibaren aman bir şey olursa, bana ihtiyacı var düşüncelerine sahip ailelerde bu duruma çocuğun alışması daha zor oluyor. Tabi ki yeni doğduğunda sizlere ihtiyaç var. Bu durum inkar edilemez. Fakat çocuk baştan bu duruma alıştırılırsa işimiz o kadar kolay olacaktır. Belli bir yaşa kadar kadar anne-babası ile yatmış bir çocuk bir anda neden tek başına odasında yatması gerektiğini anlayamaz çünkü onun için normal olan anne-babası ile birlikte uyumaktır. Bu sürecin başlangıcı (yalnız yatmaya alışma süreci) ne kadar erken olursa o kadar kısa sürede sonuç alırız. Çocuk büyüdükçe daha çok zaman harcamaya başlarsınız. Ebeveynlerle birlikte yatma bu süreçte bağımlı kişilik yapısına zemin hazırlar. Zamanı gelince alıştırırız yanılgısına düşüp, ileriye dönük olumsuz temeller atabileceğinizi unutmamalısınız.

Uyku alışkanlığı kazanmada ve sürdürmede noktalar vardır; kendi yatağını benimseme ve yalnız uyuma.

“Bizimle yatıyor, uykuya dalınca kendi yatağına alıyoruz. Böylelikle kendi yatağında uyanmış oluyor.” Bu yöntemle çocuğunuzda uyku alışkanlığı ile ilgili bir farkındalık yaratmamış oluyorsunuz.

“Uyku düzeni değişti. Bir problem olmasından korkuyorum.” Okul öncesi dönemde ailelerin yaşadığı tedirginliklerin başında gelmektedir. Bu değişimlerin altında hayatında ki bir takım değişimi yansıtmaktadır. Örneğin; taşınma, okul değiştirme gibi… Bu dönemde çocuklarımızda ailelerin anlamlandıramadığı “uyku terörü” adı altında bazı davranışlar gözlemlenebilir. Bu davranışlar bilinçsizce gerçekleştiği için sarsmak yerine, sarılıp sevgi göstergesi göstermekle geçecektir.

Sonuç olarak, her birey farklıdır. Kurallarınız, rutinleriniz çocuğunuza göre şekillenmelidir.

 

25.01.2018 37  Ana İlk

Oyunla Çocuğunuzu Çözümleyin

Bu yazıyı okuduktan sonra oyun, çocuklarımız için ne kadar önemli (eğer öyle düşünmüyorsanız) fark etmenizi istiyorum. Çünkü oyun çocuğu anlama ve tanıma konusunda bize çok fazla bilgi sunmaktadır.

Aileler tarafından çok fazla önemsenmeyip aslında oyun oynadığı düşünülen çocuk gelişimi açısından yemek yeme kadar faydalı bir ile imza atıyordur. Hele bir de bu oyuna sizde katılırsanız artıları saymakla bitmez. Oyun çocuklar için bir ihtiyaçtır ve onun bedensel, psikolojik, sosyal ve zihinsel gelişimi açısından çok önemlidir.

OYUN VE OYUNCAĞA DAİR FAYDALI BİLGİLER

  • Anne-babalar çocuğun oyuncağında kendilerini görebilir. Oyunlar, çocuğun gelişimi, duyguların aktarımı, erişkinleri nasıl gördüklerinin ve algıladıklarının anlatımı için çok önemlidir. Ev içerisinde yaşadığı bir problemi oyun esnasında çocuklar ufak ufak ipuçlarıyla aktarırlar. Örneğin; bir çocuğun oyunda bebeğini okula bırakırken kullandığı cümleler annesi ile aynı olabilir.
  • Oyun oynayan çocuk sağlıklı çocuktur. Okul öncesinde çocuğun en önemli ve yararlı işi oyun oynamaktır. Hatta oyun oynamayan ve ya az oynayan çocuğun ruhsal olarak incelenmesinde fayda vardır.
  • Çocuk, oyunla birlikte duygu dünyasını yansıtır. Oyun yoluyla birikmiş enerjisini toplumsal açıdan kabul edilen bir yolla boşaltma olanağı bulmaktadır. Örneğin; en güçlü saldırganlık dürtüsünü boşaltır.
  • Oyuncağın fazlası doyumsuzluk yaratır!! Aslında günümüzde ailelerin ve doğal olarak çocukların yaşadığı en büyük ve en önemli sorundur, çocuklarımızı gereğinden fazla oyuncakla buluşturmak. Ailelerin zaman ayıramadıkları için vicdan azabını hafifletmek, sevgilerinin sonsuz olduğunu göstermek için bu yola başvuruyorlar. Özellikle aile içinde bir ebeveyn ya da büyükanne, büyükbabalar bu konuda uyarılsalar da kural tanımıyorlar. Bu durumda çocuğa dönük çok büyük zararlar vardır. Çocuklar bir oyuncak ile bağ kurmadan diğerine geçiyor. Alışveriş merkezlerinde oyuncak alınmadığı için kıyameti koparan anne-babayı çok zor durumda bırakan ve asla bu krizleri azalmayan bir birey yetişiyor. Çünkü alışıyorlar… Üzgünüm ama sizler ne kadar kararlı olursanız özellikle oyuncak alımı konusunda çocuğunuzun ruhsal doyumu açısından o kadar sağlıklı birey yetiştireceksiniz. Evde belki de aynı oyuncaktan olmasına rağmen farklı renkleri tekrar alınıyor. Belki de aynısı…. Aileler “aman, ne de olsa bir oyuncak, çocuğumdan kıymetli mi?” diye düşünebilir fakat bu durum çocuğun kolay sıkılıp doyumsuz olmasına yol açmaktadır. Evet, çocuğunuz o an anlık olarak mutlu olabilir ama unutmayalım ki ileriye dönük yaşantıları açısından olumsuz sonuçlara yol açılabilir.

30.12.2017 3083  İlk Orta Lise

Özel Ders Mucizesi

Öğretmenliğe yeni başladığım yıllarda çalıştığım dershanenin yanı sıra bir arkadaşımın özel ders ofisine de gidiyordum. Orada ders verdiğim öğrencilerden birini her gün okul sonrasında özel şoför arabayla büroya bırakıyor ve ders sonuna kadar da arabanın içinde bekliyordu. Öğrenci, hafta boyunca sırayla tüm derslerden özel ders alıyordu. Bir gün derse yeni başlamıştık ki, isteksizliği her halinden belli olan öğrenci, bir beş dakika mola verip veremeyeceğini sordu: “Elbette, dedim, istersen bir yüzünü yıka gel!”

Beş dakika geçti, öğrenciden ses seda yok. Onu aramak için odadan çıktım. Bir de ne göreyim? Salondaki bekleme ünitesinde uyuyakalmış, hem de öylesine derin uyuyor ki… Muhtemelen pek de eğlenceli olmayan bir okul gününün sonrasında, ayakkabılarını çıkarıp üstünü değiştirip bir şeyler atıştırıp belki de akşam yemeğine kadar biraz kestirip enerji toplayacak olan çocuk, anne babanın çocuğuna iyi bir eğitim verme motivasyonunun temsilcisi olarak karşımda duruyordu. Benim kazanacağım parayı hak etme motivasyonum vardı. Peki çocuğun motivasyonu neydi?

Dışarıdan bakıldığında çok şanslı bir çocuktu. Oysa ki bizler o şansı şanssızlık haline getirmek için el birliğiyle çalışıyorduk: Çocuğun kendi öğrenmesi üzerine strateji geliştirmesine, deneyip yanılmasına, başarısızlıklarından ders çıkarmasına izin vermiyorduk. Çocukluğun değerli zamanlarını çalmakla kalmıyor, zorluklarla başa çıkarak kazanacağı başarının mutluluğunu da esirgiyorduk ondan. Ona ayıramadığımız zamanın diyetini istemeden çocuğa ödetiyor, üstüne üstlük bu çocuk neden bu kadar isteksiz diye hayıflanmaktan da geri kalmıyorduk.

Durum bu kadar vahim mi diyecekseniz, evet vahim.

Şimdi bazı veliler bu söylemlere, “Ama benim çocuğum bireysel ders almadan öğrenemiyor.” diyerek karşı çıkabilirler. Evet, öğrenemiyordur; çünkü bu bağımlılığı istemeden de olsa yaratan bizleriz. Gerekli gereksiz her durumda, ilkokul birinci sınıftan itibaren özel ders alma fırsatı sunduğumuz çocuklar, yazılı sınavlar öncesi zihinlerini hiç yormamak için birisinin gelip onları çalıştırmasını bekliyorlar doğal olarak. Özel ders veren öğretmenlerde sıkça gözlemlediğim “beyin ameliyatı yapma dürtüsü” sanırım bundan kaynaklanıyor. Halbuki zihinsel meşguliyet olmadan öğrenmenin gerçekleşmesi mümkün değil; buna rağmen atladığımız çok önemli bir nokta var: Meşgul olması gereken bizim beynimiz değil, çocuğun beyni.

Peki özel ders ne zaman işe yarar?

Öncelikle öğrenci tarafından talep edildiğinde, konunun tamamının değil, anlaşılamayan noktalarının aydınlatılmasına yönelik olduğunda, sürekli olmamak kaydıyla, hastalık nedeniyle önemli bir ders kaybı yaşanmışsa, özel öğrenme güçlüğü varsa…

Yakın bir zaman önce bir velimiz sınıf öğretmenini arıyor: Ara tatilde çocuğunun eksiklerini gidermeye yönelik özel ders aldıracağını ve bir öğretmen tavsiyesinin olup olmadığını soruyor. Çocuğun karne notu 85. Pek ala iyi bir ortalama. Ama o 15 puanlık eksik yok mu, o 15 puan? İşte bizim gözümüzü karartan, çocuğumuzdan daha önce bizi önlem almaya zorlayan… Tüm hırslar, o bir türlü tamamlanamayacağını düşündüğümüz eksiklerden kaynaklanıyor.

Ben de diyorum ki, çocuklarımızın sonuç oluşturma becerilerine değil de o sonuçları oluşturma yollarına önem versek, karne için geçici ama hayat için kalıcı başarılar sağlama olasılığımız emin olun artacak. Dünyada mucizeleri yaratan insanların tümünün “iç motivasyonlarının” yüksek olması tesadüf olmasa gerek. O yüzden bırakalım bazı şeyler eksik kalsın.

Aysun Yağcı

 KVKK Aydınlatma Metni   Ziyaretçi Açık Rıza Metni   KVKK Politikası